Fotoğraf Dillenmecesi

 

Sarıyer / İstanbul

   Merhaba sonsuza kadar tek bir soruyla yaşayıp cevabını yaşadığı müddet boyunca alacağını zanneden bezgin ruhlar. Okuduğum bir kitapta cümle şöyle devam ediyor ‘’nesnel bir dünyanın içerebileceği semboller arasında yaşamaya alışmış bir akıl için daha büyük bir gerçekliğin baskısı altında boğulma, çözülme korkusu..’’ Nesnel bir dünyada yaşıyoruz. Her şey gerçek; deniz, bank, insan.. Hüzün de öyle. Daha büyük bir gerçekliğin baskısı da gerçek, yani ruhumuzun baskısı. İnsanın başını iki elinin arasına aldıran da bu değil midir? Herkesin pür telaş koşturup durduğu ve sürekli devinip sürekli bağırarak ayakta tuttuğu dünya da, oturup bir köşede hayatı muhasebe edebilmek.. İnsanların pür telaş koşturup durduğuna bakmayın onlar sadece oturmayı bilmiyorlar. Hepsi oturup başlarını ellerinin arasına alabilseler anlarlar rengarenk acılarla ve rengarenk ölümlerle dolu olduklarını. Ve o zaman sığınırlar şu mısraya;

‘’ Ben savaşarak senin

bulanık saçlarından tutup

kibirli güzelliğini çıkartıyorum ortaya

dünya

kirletilmez bir inatla dönüyor

altımıza yıldızlar seriliyor

yüzüm suya davranıyor koşaraktan.

ve inzal.’’



Fatih / İstanbul

   Kimi zaman kuşlarla uçar insan. Kimi zaman karıncalara basmadan yürümesini bile beceremez. Herkes kendi derdindedir. Bunu en iyi kuşun bakışı fark eder. İnsanbakışı hep eksiktir. Geneli göremez, gördükleri görünenin çok kısık bir perspektiften yansımasıdır yalnızca. Oysa kuşlar öyle değildir. Her daim her tarafı gözler. Geçeni, koşanı, kaçanı. Bazı kuşlar ezanın ne zaman okunacağını bile bilirler. Kuş bekleyiştir. Kuş kanatlanıştır. Kuş çırpınıştır. Kuş süzülüştür. Kuş mekâna hayat veren bir cıvıltıdır. Kuş gökyüzü meraklılarının yarenidir. Cami bankında yuvarlak takkeli, sarkık bıyıklı, elinden tesbihini dilinden zikrini düşürmeyen amcaların baktığıdır kuş. Kimi onlara bakar hasret türk üsü söyler kimisi ise özgürlük şarkısı mırıldanır. Kim ne derse desin kuş insanın en iyi dostudur. Belki kediden önce belki kediden sonra..


Meram / Konya

   Bana her yaklaştığında ‘’fredikciğim’’ diye sesleniyor kısık bir fısıltıyla. Biliyorum bazı şeyleri bana söylemeye cesareti olmadığını. Bugün olabildiğince sıcak davrandı. Gözlerini ovcalamasıyla, bıyıklarını hareket ettirmesiyle, tüm varlığının tatlı gülümsemesiyle sokuldu yanıma. Gel gör ki yıllarca birbirine omuz veren evler bile birbirlerine tahammül edemeyerek ardı sıra yıkılırken bana omuz veren bir tüy yumağına nasıl güvenebilirim? Kafamın içindeki düşünceler çürüyor. Çürüyen düşüncelerden sürekli çiçekler filizleniyor. Ona yalnızca miyav diyebilirim. Güz güllerinden sararan yapraklara kadar geçen her bir mevsimde bir bekleyişin mi yoksa bir nihayetin habercisi mi olduğu bilinmez bir miyav.

‘’Hayal erişemez ona kandırmada

Ey aldatıcı cin!

Bir hayal miydi yoksa korkulu bir düş mü?

Uçup gitti o müzik – uykuda mıyım, uyanık mı?’’


Kadıköy / İstanbul

   Denizler.. dalgalarıyla suları çekiştiren denizler.. Şehrin karmakarışıklığından, yolların bölünmüşlüğünden, insanların ihtirasından sıyrılıp hayatın kuytusunda kalan denizler.. Ve gün batmaya yakın karanlık inerken insanın içine çöken derin hüzün gibi kızıl ışıkların altında yol alan tekne. Nereye gidiyor böyle? Gerçeğin ıssız sularında kaybolup gitmeye mi yoksa alıp başını gitmeye mi? Dünya yuvarlak diyor bir düşünür bir noktadan başlayıp bir felaketten uzaklaşmaya çalıştığınızda aslında bir diğerine yaklaşırsınız. Belki de ne kadar uzağa gidersek gidelim aynı başlangıç noktasına varıyormuşuz gibi hissetmemizin nedeni bu.  Hadi tekneye binip küreği çektik diyelim lakin dış dünyadaki bütün bu ışımadan nereye kaçılabilir ki? Küreklere davranın küreklere davranın! Ama şunu unutmayın ne kadar çabalarsınız da günün sonunda hepimiz yorulup kendi sessizliğimize çekileceğiz. Evet gemi de dahil o da nesnelere özgü bir dinlenmeye çekilecek ve belki de dalgalar onu bir beşik gibi sallarken uyuyakalacak. Tek temennimiz ‘’ömrün iyi rü’yasına’’ dalıp uyuması.


Çatak Köyü / Karaman

   Can sıkıntısı nedir bilmez çocuklar. Lastik yuvarlarlar tozu daha çok çıkaran daha fazla sevinir. Köyün çeşmesine otururlar; ya yalakta yüzen kurbağaları izlerler ya da yoldan gelip geçen araçları. Ne aileleri onları şımartır ne de onlar şımarmak ister dünyanın süsüyle püsüyle. Kendi oyunlarını kendileri kurup kendi kurallarını kendileri koyar bu çocuklar. Onların yüzlerinden köyün asaleti ve mahzunluğu okunur. Yoksullukla yoksunluk arasında koştururlar, kimi zaman gülüşür kimi zaman ağlaşırlar. Teknede Hamur tekerlemesini söylerler yahut Karamela Sepetini. İlk çocuklukları ilk aşklarına karışır; ‘’Tülü müyü yürüyüşlüm, ispir balaban bakışlım / Yayla çiçeği kokuşlum, Nergiz topla benim için.’’ Bazen Karacaoğlanı da çağrırlar imdada ‘’Yaz gelip de beş ayları doğunca, ol çayların kenarına sel alır. / İki güzel bir araya gelince, oğlan kıza nergiz verir gül alır.’’ Köyün şekillendirdiği çocuk gün gelir köyü şekillendirir. Hâsılı köy çocuğu deyip geçmemek gerekir öyle köy tavuğu der gibi. En mecnunundan en ukalasına kadar akıl verecek hikmet vardır yüreklerinde;
‘’O yalan bu yalan
Fili yuttu bir yılan
Bu da mı yalan...’’


Yazan: Zafir Uyaralp
07.02.23     Esenler / İstanbul
*Her hakkı mahfuzdur.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DÜELLO

"-et"

Berceste Kitaplar