Fotoğraf Dillenmecesi
Merhaba
sonsuza kadar tek bir soruyla yaşayıp cevabını yaşadığı müddet boyunca
alacağını zanneden bezgin ruhlar. Okuduğum bir kitapta cümle şöyle devam ediyor
‘’nesnel bir dünyanın içerebileceği semboller arasında yaşamaya alışmış bir
akıl için daha büyük bir gerçekliğin baskısı altında boğulma, çözülme korkusu..’’
Nesnel bir dünyada yaşıyoruz. Her şey gerçek; deniz, bank, insan.. Hüzün de
öyle. Daha büyük bir gerçekliğin baskısı da gerçek, yani ruhumuzun baskısı.
İnsanın başını iki elinin arasına aldıran da bu değil midir? Herkesin pür telaş
koşturup durduğu ve sürekli devinip sürekli bağırarak ayakta tuttuğu dünya da,
oturup bir köşede hayatı muhasebe edebilmek.. İnsanların pür telaş koşturup
durduğuna bakmayın onlar sadece oturmayı bilmiyorlar. Hepsi oturup başlarını
ellerinin arasına alabilseler anlarlar rengarenk acılarla ve rengarenk
ölümlerle dolu olduklarını. Ve o zaman sığınırlar şu mısraya;
‘’
Ben
savaşarak senin
bulanık
saçlarından tutup
kibirli
güzelliğini çıkartıyorum ortaya
dünya
kirletilmez
bir inatla dönüyor
altımıza
yıldızlar seriliyor
yüzüm
suya davranıyor koşaraktan.
ve
inzal.’’
Kimi zaman kuşlarla uçar insan. Kimi zaman karıncalara basmadan yürümesini bile beceremez. Herkes kendi derdindedir. Bunu en iyi kuşun bakışı fark eder. İnsanbakışı hep eksiktir. Geneli göremez, gördükleri görünenin çok kısık bir perspektiften yansımasıdır yalnızca. Oysa kuşlar öyle değildir. Her daim her tarafı gözler. Geçeni, koşanı, kaçanı. Bazı kuşlar ezanın ne zaman okunacağını bile bilirler. Kuş bekleyiştir. Kuş kanatlanıştır. Kuş çırpınıştır. Kuş süzülüştür. Kuş mekâna hayat veren bir cıvıltıdır. Kuş gökyüzü meraklılarının yarenidir. Cami bankında yuvarlak takkeli, sarkık bıyıklı, elinden tesbihini dilinden zikrini düşürmeyen amcaların baktığıdır kuş. Kimi onlara bakar hasret türk üsü söyler kimisi ise özgürlük şarkısı mırıldanır. Kim ne derse desin kuş insanın en iyi dostudur. Belki kediden önce belki kediden sonra..
Bana
her yaklaştığında ‘’fredikciğim’’ diye sesleniyor kısık bir fısıltıyla. Biliyorum
bazı şeyleri bana söylemeye cesareti olmadığını. Bugün olabildiğince sıcak
davrandı. Gözlerini ovcalamasıyla, bıyıklarını hareket
ettirmesiyle, tüm varlığının tatlı gülümsemesiyle sokuldu yanıma. Gel gör ki
yıllarca birbirine omuz veren evler bile birbirlerine tahammül edemeyerek ardı
sıra yıkılırken bana omuz veren bir tüy yumağına nasıl güvenebilirim? Kafamın
içindeki düşünceler çürüyor. Çürüyen düşüncelerden sürekli çiçekler
filizleniyor. Ona yalnızca miyav diyebilirim. Güz güllerinden sararan
yapraklara kadar geçen her bir mevsimde bir bekleyişin mi yoksa bir nihayetin
habercisi mi olduğu bilinmez bir miyav.
‘’Hayal erişemez ona kandırmada
Ey aldatıcı cin!
Bir
hayal miydi yoksa korkulu bir düş mü?
Uçup gitti o müzik – uykuda mıyım, uyanık mı?’’
Denizler.. dalgalarıyla suları çekiştiren denizler..
Şehrin karmakarışıklığından, yolların bölünmüşlüğünden, insanların ihtirasından
sıyrılıp hayatın kuytusunda kalan denizler.. Ve gün batmaya yakın karanlık
inerken insanın içine çöken derin hüzün gibi kızıl ışıkların altında yol alan
tekne. Nereye gidiyor böyle? Gerçeğin ıssız sularında kaybolup gitmeye mi yoksa
alıp başını gitmeye mi? Dünya yuvarlak diyor bir düşünür bir noktadan başlayıp
bir felaketten uzaklaşmaya çalıştığınızda aslında bir diğerine yaklaşırsınız.
Belki de ne kadar uzağa gidersek gidelim aynı başlangıç noktasına varıyormuşuz
gibi hissetmemizin nedeni bu. Hadi
tekneye binip küreği çektik diyelim lakin dış dünyadaki bütün bu ışımadan
nereye kaçılabilir ki? Küreklere davranın küreklere davranın! Ama şunu
unutmayın ne kadar çabalarsınız da günün sonunda hepimiz yorulup kendi
sessizliğimize çekileceğiz. Evet gemi de dahil o da nesnelere özgü bir
dinlenmeye çekilecek ve belki de dalgalar onu bir beşik gibi sallarken
uyuyakalacak. Tek temennimiz ‘’ömrün iyi rü’yasına’’ dalıp uyuması.
Can sıkıntısı nedir bilmez çocuklar. Lastik yuvarlarlar tozu daha çok çıkaran daha fazla sevinir. Köyün çeşmesine otururlar; ya yalakta yüzen kurbağaları izlerler ya da yoldan gelip geçen araçları. Ne aileleri onları şımartır ne de onlar şımarmak ister dünyanın süsüyle püsüyle. Kendi oyunlarını kendileri kurup kendi kurallarını kendileri koyar bu çocuklar. Onların yüzlerinden köyün asaleti ve mahzunluğu okunur. Yoksullukla yoksunluk arasında koştururlar, kimi zaman gülüşür kimi zaman ağlaşırlar. Teknede Hamur tekerlemesini söylerler yahut Karamela Sepetini. İlk çocuklukları ilk aşklarına karışır; ‘’Tülü müyü yürüyüşlüm, ispir balaban bakışlım / Yayla çiçeği kokuşlum, Nergiz topla benim için.’’ Bazen Karacaoğlanı da çağrırlar imdada ‘’Yaz gelip de beş ayları doğunca, ol çayların kenarına sel alır. / İki güzel bir araya gelince, oğlan kıza nergiz verir gül alır.’’ Köyün şekillendirdiği çocuk gün gelir köyü şekillendirir. Hâsılı köy çocuğu deyip geçmemek gerekir öyle köy tavuğu der gibi. En mecnunundan en ukalasına kadar akıl verecek hikmet vardır yüreklerinde;
‘’O yalan bu yalan
Fili yuttu bir yılan
Yorumlar
Yorum Gönder