Dede Tarifleri
Dedemin Ben Tarafından Tarif Edilişi;
Sinirli, sabırsız, becerikli ve hızlı.
Her sabah mutlaka erken uyanır. Televizyondakilerle dövüşür. Kibarlık nedir
bilmez biraz köylü biraz gurbetçi bir bakışla bakar dünyaya. Ama merhameti hep
vardır. Sorunca söyler bize sorunca söyleriz. Kız torun ve erkek torun algısı
modern dünyayla uyuşmaz aslında bakarsanız dedem ellilerde kalmıştır.
Diktatördür. Diktatör gibi sağ elin
parmaklarını birleştirir, sağ kolunu kafa hizasında ileriye kaldırır ve avuç
içini yere paralel şekilde uzatarak gökyüzünü gösterir. Bu hareketi camide bana
doğru bakarak yaparsa ‘’hemen kalk herkesten önce kamete başla’’ demektir.
Yemek yerken babaanneme bakarak yaparsa ‘’karı sofra hala ne duruyor’’ anlamına
gelir. İstekleri yerine getirilmezse öfkelenir. Belki biraz argo belki biraz
küfürde karışır sözlerine. Ama asla katlimize hüküm vermez. Bazen ‘’alın
götürün babaannenizi kafamı ağrıtıyor benim’’ diyerek birkaç günlük sürgün
talimatı verse de iki dk sonra affeder. Torun sevgisi sınıfsal ve statüseldir.
En memur olanı daha çok sever. Küçük torunlarından kızları, büyük torunlarından
erkekleri önceler. Dedemin bayram harçlığı da sınıfsaldır; büyüğe küçükten,
okuyana okumayandan, erkeğe kızdan, rapçi olmayana rapçi olandan daha çok
harçlık verir. Netflix izleme gibi entelektüel! faaliyetleri yoktur dedemin
zaten gazete okurken film ve dizi reklamlarını hep atlar. Mükemmel bir hikaye
anlatıcısıdır. Anılarını anlatırken taklit etmeyi ihmal etmez. Taklitleri
hepimizi güldürür. Az gülersek sevinir çok gülersek ‘’vay sizin babanızın
çarkına’’ der. Anlattığı hikayelere asla ‘’raviyan-ı ahbar ve nakilan-ı asar
şöyle rivayet ve böyle hikâyet ederler ki’’ diye başlamaz. Çünkü tahsil görmediği
için ne Şehrazat’tan haberi vardır ne binbir gece masallarının binde birinden. Sağlıklı
yaşamanın yollarını bilir içinde her çeşit kuruyemişin olduğu tuhaf bir
kokteyli vardır ve her defasında sayarak yer. Dedem ve dedem gibilerin hayatı
hep kuyruklarda beklemekle geçmiş. Dedemin sevdiği pidecide kuyruk olduğu için
ekmeği başka bir yerden aldığımı öğrendiğinde yediğim azarı hatırlarım hala. Yoksulluğun
kanıksandığı ve tepkisizliğin gelenek haline geldiği bir dönemde yaşadığını, şartların
o zaman kuyruk beklemeyi gerektirdiğini ama günümüzde böyle bir şeye lüzum
kalmadığını dedeme anlatamazdım. Dedemin şiirle de pek arası yoktur. Arada
içinden, Sinem Sal’ın ‘’omzumda vişne çürükleri ve amnezyak diş izleri’’
şiirini sayıklar o kadar. Ara sıra divan edebiyatını seveceğini düşünüp şiirler
okurum. En son Münhasır’ın Yahya Efendi’nin ‘Evlenme Sultan Ol Yürü’ şiirine
yazdığı tehzili okuduğumda, olumlu intiba bıraktığımı düşünüyorum. Babaannem,
şifalı dualarla insanları her okuduğunda ‘’bu kadın beni her gün okuyor bunun
okumasıyla düzenilseydi ilk ben düzelirdim’’ der ve gülüşlerinde nadiren de
olsa kahkaha katar. Bu arada babaannemin ermiş olduğuna mahalledeki Afganlar
ittifak halindedir. Bu yüzden babaanneme ‘’ eee babaanne yedilerden kırklara ne
zaman geçeceksin’’ diye takılırım arada. Babaannem hep gülse de dedem
esprilerime nadiren güler. Dedem genelde iyi hisseder, dizleri genelde ağrır
yine de iyi hisseder. Çünkü dedemin aklı hep yüksek yaylalarda dolaşır. Çünkü dizinin
ağrısının sebebi de yaylarda koyun otlattığı, çarığını kaybettiği, soğuktan
üşüdüğü günlere dayanır. Nefret etmediği tek günlere. ‘’Eskiden insanlar yıldızlar
olsa da olmasa da gökyüzüne bakarlardı, çünkü görünmeseler de oralarda bir
yerle olduklarını bilirlerdi bende cinler tarafından düğünlere davet edildiğim güne
kadar Sivrice tepesinden gökyüzüne bakardım’’ der. Gayet cüsseli olduğu halde cinlerden
korkuyor olmasını hep garipserim. Bildiğim kadarıyla dedemin bir dublörü yok. Olmasını
da istemezdi çünkü başkalarının kendi silüetinde dolaşmasından hoşlanmaz.
Kendisine benzeyen ihtiyarlardan ayırt edilmek için kafasına tokalı takke
takar. Biz ise tam aksine kendi silüetimizle dolaşmak istemeyiz, silüetimiz hep
kusurludur. Onu yerine bir görünüşe sahip olmak isteriz, güzellik sabunları ve
hijyen ürünlerine borçlu olduğumuz görünüşe. Gereğinden fazla tüketim israftır
onun gözünde. En çokta vakitten israf etmeyi sevmez. Hiç yapacak bir şeyi
olmasa bile vaktini odadan odaya dolanarak geçirir. Mahalledeki küçük caminin
daimi müdavimi, imamın iyi anlaştığı üç beş kişiden biri ve MİT’in(Mahalle
İstihbarat Teşkilatı) en azılı üyelerindendir. Dedemin hayatında İlm-i hilâf-ı cedel
önemli yer tutar. Aksiliği ve huysuzluğu ile her şeye karşı gelir. Babaannem
‘’noodle yiyenlerin kendine saygısı yoktur’’ dediğinde ‘’hayır onlar, noodle’yi
sevdikleri için değil makarna yiyemedikleri için bir çeşit erişte olan noodle
yiyorlar bunun saygıyla alakası yok’’ diyerek itiraz eder. Dedem keçi etini çok
sever. Öyle böyle sevgi değildir bu yıllarca davarcılık yaptığını, en güzel
etin keçide olduğunu ölesiye savunur. Çok az nasihat verir. Nasihatlerinde
‘’bir uyuz keçi bir sürüyü boklar’’ atasözünde olduğu gibi argümanlarını genelde
keçi üzerinden destekler. Çalgıcıları ve müzisyenleri kendi muhayyilesindeki
kast sistemin en alt basamağında görür. Önermesi de oldukça basittir; ‘’adam
olamayan çalgıcı olur’’. Dedem başarıya çok önem verir. En küçük halamın aldığı
teşekkür belgesi bu çıtayı belki bir daha tutturamaz kaygıyla hiç vakit
kaybedilmeden çerçeveletilip duvara asılmıştır. Dedem de eskiye özlem, genelde
simgesel düzeydedir. Bu özlemini gidermek için belli başlı eşyalar, evin
demirbaşı olarak hep aynı konfor alanlarını korurlar. Bunlar; duvarda asılı
olan geyik motifli duvar kilimi, cam vitrindeki müzelerde sergilenen, eski
medeniyetlerden kalma kap kacağı andıran ucuz zemzemlikler ve kırmızı ojeli
kadın eli sabunluğu gibi nostaljik eşyalardır. Dedem Almanya emeklisidir ama
hiçbir zaman alamacılaşmamıştır. Avrupa’yı görmüş olmanın verdiği böbürlenme ve
küçümseme hali yoktur, her yerde içindeki çobanı muhafazaya etmeyi başarmıştır.
Almanya’yı kendi köyü gibi anlatır. Beraber gittiği karakter de Davşanlar’dan
Mehmet, Güdametler’den Hasan, Delioğlanlar’dan Cemil gibi köylü karakterleri
olduğu için olayların köyde mi yoksa Almanya’nın gettolarında mı geçtiğini asla
kestiremezsiniz. Dedem gavura gavur der, sıcağa ıccak, sobaya zoba der. Soba
demişken, kalorifer döşettiği halde ani değişikliklere tahammülü olmadığı için bir
kış daha soba yakar. Bir kış daha. Ve bir kış daha…
Dedemin Zigon Sehpa Tarafından Tarif Edilişi;
Sinirli,
sabırsız, aksi ve hızlı. Çünkü üzerime çayını her zaman sert ve hızlı koyuyor. Birinin
ona bu kadar haşin olmamasını, benim canım olmasa da içimde binlerce oradan
oraya hareket eden, çarpışan atomların olduğunu hatırlatsın. Gerçi beni
kullandıktan sonra en sevdiğim dantel örtüyü üzerime örterek gönlümü almasını
biliyor. Boşta olduğum zamanlar ya kırmızı çiçekli yapay orkideyi ya da sanki
Attila döneminden kalmış küflü su matarasını koyuyor. Onun hareketlerini
kestirmekte zorlanıyorum. Torunları benim üzerime çıktığında ‘’durun zigon
sehpam çok dayanıklı değildir, kırarsınız, incitirsiniz’’ diyerek beni koruyor
ancak torunları olmadığında ben bu odanın bir eşyası değilmişim gibi umursamaz
tavırlar takınıp görmezden geliyor. Bazen kırılmamın, parçalanmamın yok
sayılmamdan daha iyi olduğunu düşünüyorum. İnsanı geçtim bir eşyayı bile yok
sayarsanız zamanla eskir ve çürür. Uzun süre yok sayıldığım zaman ağır depresif
hareketler gösterip intihar etmeyi düşünürüm. Bunun en kestirme yolu şişip bir
işe yaramayacak hale gelene kadar su katarken üzerime dökmesi olurdu. -Hem
böylece beni kendi elleriyle yavaş yavaş öldürdüğünü de fark etsin- Sonrasında
çöpe atılarak her köşesinde hatıralarımın dolu olduğu bu güzel evden ebediyen
yokluğa yuvarlanırım böylece yok sayılmaktan da kurtulurum. Neyse ki eşi bu
konuda daha hassas. En azında ara sıra da olsa üzerimde meyve yeme iyiliğinde
buluyor ve ağzından dökülen dua cümleleriyle beni depresif intihar
düşüncelerimden kurtarıyor. Mahalledeki Afganların bu teyze ermiş dedikleri
kadar var. Nefesi derinden tesir ediyor bana. Kim bilir belki de Ömer’in dediği
gibi kırklara çoktan karışmıştır. Zigon sehpa deyip geçmeyin beni, Almanya’dan
ilk döndüğü sene eşine hediye olarak aldı. O zamanlar gösterilen kıymetten
dolayı geyik motifli duvar kilimi ve cam vitrindeki gümüş zemzemlikler bile
bana gıpta ile bakarlardı. Evdeki bütün eşyalar; cam kaseler, envai renkten
çiçekler, antin kuntin nostaljik süsler üzerime konulmak için birbirleriyle
yarışırlardı. Verilen kıymet bana abartılı gelmiyor çünkü Viktorya Dönemi’nde
18. yüzyılın sonlarına kadar asilzadeler, Osmanlı’dan etkilenerek ceddime özel
ihtimam göstermişler. Ne zaman bunun gibi orta sınıf ailelerin evlerine girmeye
başladık yavaş yavaş değerimiz de kayboldu. İşte halimi görüyorsunuz. Sen git
dünyanın her yerinde insanlığa cılız ayaklarınla hizmet et Karaman’daki Mehmet
dede seni hor görsün. Kim olsa böyle bir aşağılanmayı kabul etmez. Buna rağmen
ayakta durabiliyorsam bu kendime olan özsaygımdandır. Umarım son bir vefa borcu
olarak beni vasiyetinde çocuklarına miras bırakır. Bana dedesi hakkında
fikirlerimi sorduğu için Ömer’e teşekkür ediyorum. İyi ki torunlar var küçüklüklerinde
üzerime çıkıp -Ömer’de dahil- yaramazlık yapmalarına rağmen.
Dedemin Dört Buçuk Yaşındaki Kız Kardeşim Tarafından Tarif edilişi;
Dedemi
çok seveyim. Dedem bana çikolata alıy bide ozmo. Biliyor musunuz dedem bana hem
de çok alır. Baglaka gideriz beraber. Payka gideyiz. Dedemden donduyma işterim.
Dedemin çok payası vayki. Köpek hav hav dedi bende koyktum dedem ona kıştı
bideee dövdüü. Köpek ıştıyaşaydı ben ağlaydım. Dedem de ağlaydı o saman. Dedem
evindeki şigon şehpaya çıktığımda bana ‘’amma şeni yayamaz kıyılıy in oydan’’
dedi. Dedeme şöyliycem bana yavyu eşek alacak hem ben ondan koykmam ki beşlerim,
üstüne de bineyim deh diyeyim. Dedecimm canım dedecimm. Şeeni çok şe ve yo
yuum.
Yorumlar
Yorum Gönder