İnceleme: Başkan Babamızın Sonbaharı
Büyüsünü yitirmiş bir dünyayı realist bir bakışı açısı ile büyüleyip
bambaşka bir gerçeklik oluşturan Gabriel Marquez soyut ve fantezik ögelerle
yönetenler ve emirleri yerine getirenlerin dünyasını gözer önüne seriyor. Ölüp
ölmediği belirsiz olan yüz seksen iki yaşındaki başkan bütün emirleri yerine getirilen,
zaman ve mekan algısına mutlak istemine göre biçim veren, despot birisidir.
Hayatı boyunca ‘’ölüm sonrası bakışların ürküsünü’’ duyacak olan bu ihtiyar
bütün hile ve tuzakları planlar, bunu hem uygulatır hem de uygulayanları
öldürtür. Onun gözünde bir nevi politika oyunu ile, hain ilan edilen kahraman, kahraman
ilan edilen biranda hain oluverir. Romanda en çok dikkat çeken ise halktır yanı
herhangi bir şey için feda edilebilir yığınlar. Bunlar her durumda başkanı
alkışlarlar destekleyip yüceltirler. Halkın gözünde başkan mitolojik bir
karakterdir ölmeyen korkusuz ve kutsaldır. Halk hem diktatörden kurtulmak ister
hemde kurtulamaz çünkü halk bir illüzyonun içindedir. Bir şeylerin farkına
varmaktan korktukları için gözlerini açıp bakmaya cesaret edemeyen yığınlardır
bunlar. Sessiz, ödlek ve hareketsiz bu insan sürüleri romanın gerçek
cüzzamlılarıdır. Aslında tek ve en büyük suçlu diktatör değildir diktatörde bir
kukladan ibarettir o kuklayı ayakta tutan halk ise en büyük işbirlikçidir.
Başkan kendi isteği ile erki eline almamıştır. Şöyle ifade eder kendisini ‘’ ..aslında
kendim can atmadım bu ulusa sahip çıkmaya, ulusumuzun, ezelden beri şu gözünle
gördüğün gerçekdışılık duygusuyla, bu bok kokusuyla, hayattan başka hiçbir şeye
inanmayan bu tarihsizleştirilmiş insanlarla birlikte ellerime yerleşik bir
gerçek olarak sunuldu, bana hiç danışmadan, zorla kabul ettirdiler bu ulusu..’’
Hatta diktatör bir kukladan ibaret olduğunu şöyle ispat etmiş olur; ‘’anacığım
Bendición Alvarado, unuttun mu, kendi kafalarından geçen buyrukları bana nasıl
zorla imza ettirdiklerini, sanatçılarımızı nasıl ibneliğe alıştırdıklarını,
onlar yedeklerinde İncil'i ve frengiyi getirdiler, halkı hayatın kolay olduğuna
inandırdılar anacığım, her şeyin parayla elde edildiğine, zencilerde bulaşıcı
bir hastalık olduğuna da inandırdılar, askerlerimizi ulus denilen şeyin bir
alım satım sorunu, onur kavramınınsa, askerler bedavadan savaşsın amacıyla
hükümet tarafından uydurulmuş bir nane olduğuna inandırdılar, işte bu yüzden,
sırf bu belalar yinelenmesin diye onlara, karasularımızı insanlığın çıkarları
ve halklar arasında barışı sağlama doğrultusunda en uygun gördükleri biçimde
kullanma hakkını tanıdım..’’ Başkanın ayrıca yarı deli ve şizofrenik bir hali
vardır. ‘’orkinos tavada, aklım havada, takke kafada, kafam bir karış havada’’
diye sayıklar. Sayısız cinayetler işleyen başkan dünyanın en yalnız insanıdır.
Bütün bu yalnızlığını kan, vahşet, papatya, mor, pembe ve siyah, hayat ve ölüm
gibi bütün bu bir arada olmaması gereken şeylerin biraradalığı ile perdelemeye
çalışır. Bunu yaparken insanın en kötüye olan potansiyelini gücü elinde
bulundurduğu sıradaki halinde, güç zehirlenmesi halinde, güç simülasyonu halinde
ve güç yitirilmesi halinde gerçekçi ve şeffaf bir şekilde ortaya koyuyor. Dünya
da sadece çektiği acıdan başka bir şeyi kalmayasıya kadar yalnızlaşması ve bunu
hissetmemenin verdiği duyarsızlık ile yaşamak.. Dikkatimi çeken bir noktada diktatörün annesine olan
sadakati. Öyle sadık ki elindeki güç sayesinde annesini azize ilan ettiriyor! Bütün bu genel tasvirden yola çıkarak günümüzde içinde bulunduğumuz durum pek
farklı değil. Yalanla doğrunun belirsizleştirildiği, çeşitli algı oyunları ile yanlışın
ve doğrunun değiştirildiği bir dünyada, çelişik doğrular batağında yaşıyoruz. Dünya
her geçen gün daha da marjinalleşiyor. Bundan korunanlar ve en az zararı
görenler ise sabit, dosdoğru çizgilerinden taviz vermeyenler. Harekete karşı en
büyük karşı etki nasıl hareketsizlikse bundan kurtulmanın yolu da bütün bu algı
oyunlarına karşı sivil itaatsizliktir. Olaylara aklı selim ile bakıp feraset ve
basiretimizi sonuna kadar kullanmamız gerekiyor. Muhtemel, tutarsız, parçalı ve
bozuk bir dünyada kesin, tutarlı, bütünsel ve sağlam kanıtlarla desteklenmiş
dürüm isteyebilmemiz gerekiyor. Yoksa sen ne yediğine ne izlediğine neye
inandığına dikkat etmezsen onlarda ne yedirip ne izletip neye inandıracaklarına
dikkat etmezler. Sürüye katılıp, kendini orada unutmak yerine ben kimim amacım
ne, ne yapıyorum ve bunu neden yapıyorum diye sormalıyız.
‘’çektiği acıların kapladığı yerden başka boşluk dünyada’’
İllüstrasyon;
Yazan: Zafir Uyaralp
Orhanlı / 01.09.22
*Tüm hakları mahfuzdur.
Yorumlar
Yorum Gönder