Hep Düşmek
Bir
daha uyuyamayacağımı biliyordum. Beni huzursuz eden bir
his vardı içimde. Her uyduğumda yeniden düşmekten korkuyordum. Hep aynı
vadilere hep aynı kuyulara hep aynı uçurumlardan. Düşmemle uyanmam bir
oluyordu. Gözlerimi kapatır kapatmaz ne ses var ne de nefes. Sadece düşmek var.
Yere çakılamadan uyanıvermek nasıl bir his bilir misiniz? Sürekli düşüş halinde
olmak? Sanki bir boşluğa değil de uyanıklığın kollarına süzülüyormuşum gibi
gözlerim aniden açılıyor her defasında. Rüya tabirlerine bakmayı, düşüşümde bir
hikmet yahut bir gizem aramayı bırakalı çok oldu. Bütün düzen benim uyuyamamam
üzerine kurulmuş bir komplodan ibaret diye düşünmeye başladım. Anestezik ajanın
damarlarımda yavaş yavaş yayılışını hissederek sakinleştirici halüsinasyonlarla
uyumayı ne kadar isterdim bilemezsiniz. Yahut uzun zamandır kış uykusunda
unutulmuş bir kaplumbağa olmayı. İnsanın yirmi dört saat kalbinin tik taklarını
dinlemeye mecbur bırakılması ne zor şey. İçindeki çırpınışları, özlemleri,
nefretleri, bekleyişleri ve sitayişleri dinlemek. Etrafım ebediyete bakar gibi
üzüntüyle bana bakan eşyalarla doluydu. Yorganım, henüz yirmi üç yaşında
gençliğinin ateşini dizginleyememekten dolayı kalbiyle mücadele eden bir kız
gibi büzüşmüştü bir köşeye. Kalemim ve defterim mütecessis edasıyla bir şeyler
karalayarak bütün dikkatlerini bana yöneltiyorlardı. Hiçbir psikolojik ve
metafizik minval kalmamıştı hayatımda. Gözlerim uyumanın zevkinden mahrum
bırakılmış, kalbim ise, kilidi asla açılamayacak bir gömü gibi mahzenlere
hapsedilmişti. Ben uykusuzum! Ben gözleri hiç kapanmayanım yani ben işte şu her
yeri çiçeklerle süslenmiş odanın içinde çaresizlikle kıvranan ben kesintisiz bir
bakışın kendisiyim diye bağırmak istiyordum. Kalbim donuk, tuhaf ve boş. Hayır,
hayır kalbim sıcak ve yaklaşık yirmi beş senenin verdiği ağırlıkla doluydu.
Gözümde ağrı, kalbimde ağırlık güç bela aynaya bakmaya yeltendiğimde kıpkırmızı
bir çift gözle karşılaştım. Ayna da dahil baktığım her nesne uyuyormuş gibi
geliyordu. Üçgen desenli mavi saksıdaki küstüm otundan, horlamaya benzer sesler
bile duyuyordum. Belki de nostaljik koltuğum, rüyasında leke tutmayan rengârenk
kumaşlarla döşendiğini, gece ve gündüz kavramım belirsizleştiği için pilini
değiştirme gereği bile duymadığım duvar saatim, fişli bir mekanizmaya
dönüştüğünü görüyordu. Her şey uyuyor bir tek ben uyanığım. Rüya görmemek
mümkün müydü? Gözümü kapatsam ve rüyaya dair hiçbir şey görmesem. Bunun
imkanına olan inancımı yitirmiştim. Çünkü tek gözümü kapatsam bile uçsuz
bucaksız vadiler ve dipsiz kuyular beni çekmeye başlıyordu kendilerine.
Çekmeceyi açtım. Bir tanesi, iki tanesi hatta üç tanesi dahi gram fayda vermeyen
uyku hapının yirmi beş tanesini birden yuttum. Yaşadığım her sene için bir
tane. Yaşadığım ama doğru düzgün uyuyamadığım her sene için bir tane. İçer
içmez kalbimin tik takları giderek azalıyordu, yeniden düşmekten, kuyulardan ve
vadilerden korkmuyordum artık. Ancak hala beni huzursuz eden bir his vardı
içimde.. Bir daha uyanamayacağımı biliyordum.
Kalemim
ve defterimin, halimi gördükçe karaladıklarından bir parça;
pencerenin ağ tutmuş duvarlarından sızarken,
yavaş yavaş çöken sis.
gecenin koynunda yatan bir kuştur,
kimi zaman insan.
geniş bir kasıntıdır artık bekleyiş,
baksan da, düşünsen de duyduğun sadece,
uzaktan çok uzaktan gelen sesler
.
giderek ıssızlaşır gece ve solur ,
belirsizce atılan adımların tüm nefesini.
çürümüş gül yaprakları,
hatırlatır;
bekleyiş, çürüyüştür.
hatırlatır kan çanağı gözler
uyku, düşüştür
ve hatırlatır yeniden bunu,
ensene çarpan şeffaf rüzgar;
kalp kilitliyse eğer
ancak ölüm, umuttur
ancak ölümdür uyuyuş
Ömer Talha KAVAS Odunpazarı / Eskişehir
15.09.23
*her hakkı mahfuzdur.
*görsel: resplash (p-1518708266825-ad9f4356d8ff)
Yorumlar
Yorum Gönder