Karaca

Asırlar evvel basılmış sıcak bir gazeteden okudum,
koşan bir atın yelesinden saçılan karaca sevdaları anlatıyordu.
Bir adamı anlatıyordu; yaslı bir adam,
sokak lambasının olmadığı dar çıkmazın içinde, 
Savaş, korku, verem içinde
Yüzyıllık bir kederi sırtlanmış gidiyordu.
yürüyen ama ilerlemeyen bir adamdı bu.
Herşeyi bilen ama hiçbir şeyden haberi olmayan bir adam.
Tan vaktine vakıf ama güneşin doğacağından bihaber,
yürüyor, yürüyor, yürüyordu.
Sanki bi yere varabilecek gibi.
Uzaktan çok uzaktan, eski bir anıyı andırıyordu.
belli ki;
kutup yıldızının, kuzeyi göstermediği bir yerden 
Gece soğunun, yün çapıtları eskittiği bir yere yürüyordu.
gözler çizmede, eller cepte, tek tabanca.
Sahi,
Yürüyen bir adam nereye gider?
nedir bu gitmeleri katlanabilir kılan?
Katlanabilir, yani kolayca bir köşeye kaldırılıp, atılabilir kılan şey nedir?
"sevdadır" dedi, adam.
Madem sevdadır; "karadır, karacadır" dedi.
Bir ceylandır;
kayın yaprağının püskülleri arasında koşan bir ceylan.
bir ceylandır; tam koştuğu sırada vurulan.
Çünkü;
güzel olmak yem olmaktır.
adam bunu geç anladı.
Tasa varsa çekilecek, ok varsa atılacaktı.
çünkü ceylan, vurulacaktı.
Çünkü adam, geç anladı.
narin bir ceylan kaç kere kaçabilir?
bilemedi.
-- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- --
İbrahim Kavas | Karaman | 31 Temmuz 2022 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DÜELLO

"-et"

Berceste Kitaplar