Sevgi ve Şefkat İkliminde Çocuk Olmak

 


Çocuk, bir ülkenin, toplumun, medeniyetin, ırkın, düşüncenin teminatı olarak görülür. İslam âleminde ise masumiyetin sembolüdür.

 Osmanlı’da Çocuk Sahibi Olmanın Önemi

Osmanlı İstanbul’unda çiftlerin evlendikten kısa bir süre sonra çocuk sahibi olmaları beklenirdi. Çocuk sahibi olmak; çiftlere toplumsal saygınlık kazandırıyor ve sorumluluklar yüklüyordu.

Çocukların doğumu sevinçle karşılanır ve kutlamalara vesile olurdu. Doğan çocuğun erkek olması duyulan sevincin katlanmasını sağlardı. Erkek sahibi olma ve doğurma arzusu “Oğlan doğuran öğünsün kız doğuran dövünsün.” gibi deyişlerle ifade edilmiştir.[1]

Bütün bunlardan kız çocuklarının sevilmediği ve onlara kötü davranıldığı sonucuna varılmamalıdır. Ailelerin erkek çocuk istemeleri onları nesillerinin devamı ve ekonomik güvence olarak görmeleriyle yakından ilgiliydi. Ne var ki yaşlılıklarında ebeveynlerine sahip çıkıp bakımlarını sağlayan İstanbullu birçok kız çocuğu, erkek kardeşlerinden daha vefalı evlatlar olduklarını göstermiş olmuşlardı.

Osmanlı Toplumunda Çocukluk

Payitaht, kentte doğan çocukların yanında Anadolu ve Rumeli coğrafyasından çeşitli sebeplerle gelen çocuklara da kucak açıyordu.

Osmanlı-İslam hukukuna göre çocukluk, iki ana döneme ayrılmaktaydı: “gayr-ı mümeyyiz”  ve “mümeyyiz” dönemleridir.

 Doğumu takip eden ilk yedi yaş, çocukluğun “gayr-ı mümeyyiz” dönemini oluşturuyordu. Çocuklar bu yaş aralığında iyi ve kötüyü, doğru ve yanlışı birbirinden ayıramayacağı ve kendilerine bakabilecek fiziksel ve zihinsel olgunluğa sahip değillerdir. Bu nedenle çocukların yaşamlarının ilk birkaç yılını anneleri başta olmak üzere kadınların himayesinde geçirmelerine büyük ehemmiyet gösterilmiştir.

Takip eden ve yetişkinliğe kadar süren dönem ise çocukluğun “mümeyyiz” dönemi olarak kabul ediliyordu. Çocuklar, bu dönemde iyi ve kötüyü, doğru ve yanlışı birbirinden ayırabilecek yetileri kazanıyor; fiziksel, cinsel ve zihinsel gelişimlerine bağlı olarak kendi adlarına karar alabilecekleri yetişkinliğe hazırlanıyorlardı.[2]

İstanbul, çocuklara zengin bir kültürel ve dinsel çeşitlilik içinde büyüme imkânı sunuyordu. Canlılığını her daim büyük bir enerjiyle koruyan bu devasa kentte yaşayan çocuklar, başta saray çevresi olmak üzere hayırsever ileri gelenlerin inşa ettirdiği büyük yapıların bir parçası olan eğitim kurumlarında eğitim görmekteydi.[3]



[1] Şinâsi, Durûb-ı Emsâl-i Osmâniyye, haz. Ebüzziyâ Mehmed Tevfik, İstanbul 1302, s. 98.

[2]  M. Âkif Aydın, “Çocuk”, DİA, VIII, 361-363.

[3] Yahya Araz, Osmanlı İstanbul’unda Çocuk Olmak, s.1.


Şehzadelerin Cennete Gidişi ve Eyüp Sabrı

Modern öncesi dönemlerin yüksek ölüm oranları karşısında önemli olan doğan çocukların yaşatılmasıydı. Veba gibi salgın hastalıklardan, yetersiz beslenmeden ve doğal afetlerden en çok etkilenenlerin başında çocuklar gelmekteydi.

Ölümler sadece halk(reaya) kısmında gerçekleşmiyor aynı zamanda Osmanlı şehzadeleri de bu ölümlerden etkileniyordu. 1812-1830 tarihleri arasında Enderun’da bulunmuş olan İlyas Ağa, şehzadelerin ölümlerini, dramatik sözlerle anlattığı eserinde “şehzadelerin cennete gidişi” başlığı altında kaydetmiştir.[4]

Çocukların ölümü ebeveynlerini ayrılık ateşiyle yakıyordu. Bazı aileler, çocuklarının ölümü karşısında duydukları acıyı mezar taşlarına yansıtarak sonraki kuşaklara aktarılmasını sağlıyorlardı. Yazılan kitaplarda ebeveynlerin, çocuklarının ölümünü “Eyüp sabrı” ile karşılamaları isteniyor, verenin ve alanın Allah olduğu gerçeğini unutmamaları hatırlatılıyordu.[5]

Çocuk Hastalıklarına Bulunan Çare: Tuzlama

Çocukların hastalıklara ve ölüme direnmekte güçlük çeken nazik vücutları, hekimleri, onları hastalıklardan ve ölümden koruyabilecek çareler bulmaya ve ilaçlar geliştirmeye yöneltmiştir. Çocukların doğumdan hemen sonra tuzlanması âdeti, böyle bir çabanın ürünüydü. Tuzlama, anne karnında havayla teması olmayan bebeklerin doğumdan sonra zarar görmesini engellemeye ve vücutlarının direncini artırmaya yönelikti.[6]

Sterilizasyon sorunun farkında olan hekimler, başka gıdalardan ve sütlerden hastalık kapma riskine karşılık bebeklerin anne sütüyle beslenmesinde ısrar ediyorlardı. Annenin olmadığı durumlarda ise bu işi, özenle seçilecek bir sütanne yüklenebilirdi.

Osmanlı’da Gelenekler Ve Çocukluk

Gelenekler, çocukluk yıllarının şekillenmesinde önemli bir yere sahipti. Çocukların kırka basması, diş çıkarması, ilk saç kesimi, konuşmaya ve yürümeye başlamaları, ardından erkeklerin sünnet edilmeleri toplumu bir araya getiren gelişmelerdi.

Varlıklı aileler, kendi çocuklarıyla birlikte fakir çocukları da sünnet ettirmeyi hayır işleme vesilesi olarak görmekteydi. Fakir çocukların da sünnet ettirildiği gösterişli sünnet düğünleri ve sünnetin kendisine atfedilen önem, çocukluğun bu önemli döneminin kaynaklara ayrıntılı tasvirlerle girmesine sebep olmuştur. Çocuklar, kendileri ve aileleri için özel sayılan böyle günlerde gezdirilir, hediyelerle şımartılırdı.[7]

Osmanlı’da Himaye: Vasilik

Araştırmalar, ölen babaların arkalarında bıraktıkları çocukların yarısından fazlasının kayıtlara “sagîr/e” olarak geçirildiğini ortaya koymuştur.[8] İstanbul’da babanın yokluğunda çocuklara vasi olma sorumluluğu, dindarlık ve dürüstlük gibi kıstaslar da göz önünde bulundurularak, anneler başta olmak üzere yakın akrabalara verilmekteydi.

Kadınlar, boşanma ya da eşlerini kaybetmeleri durumunda erkek çocuklarını yedi, kız çocuklarını ise dokuz yaşına kadar yanlarında tutma hakkına sahipti. Buna “hıdâne hakkıdenilmekteydi. Bu süre boyunca çocukların nafakaları babaları, onun yokluğunda diğer erkek akrabaları tarafından karşılanıyordu.[9]


[4] Hülya Tezcan, Osmanlı Sarayının Çocukları, İstanbul 2006, s. 82; Hızır İlyas, Tarih-i Enderun: Letaif-i Enderun, haz. Cahit Kayra, İstanbul 1987, s. 62.

[5] Sufizâde Hasan Hulûsi, Mecmâu’l-âdâb, İstanbul 1307, s. 121-122.

[6] Eşref b. Muhammed, Hazâ’inü’s-sa‘âdât 1460 (H. 864), haz. Bedi N. Şehsuvaroğlu, Ankara 1961, s. 11-13.

[7] Stephan Gerlach, Türkiye Günlüğü 1577-1578, çev. Türkis Noyan, İstanbul 2007, c. 2, s. 679-680.

[8] Ömer Demirel, Adnan Gürbüz, Muhittin Tuş, “Osmanlılarda Ailenin Demografik Yapısı”, Sosyo-Kültürel Değişim Sürecinde Türk Ailesi, Ankara 1992, c. 1, s. 105-106.

[9]Araz, Osmanlı Toplumunda Çocuk Olmak, s. 56-59.

 

Osmanlı’da Terbiye: Eğitim

Osmanlılar, çocukların eğitimi ve yetiştirilmesiyle ilgili her şeyi “terbiye” kelimesiyle ilişkilendirmişlerdir. Çocukların erken çocukluk dönemlerindeki eğitimi, öncelikli olarak annelerinin sorumluluğundaydı. Çocuklar dinle ilgili ilk bilgileri, duaları ve doğru/yanlış kabul edilen davranışları annelerinden ve diğer aile büyüklerinden öğreniyorlardı.

Beş-altı yaşına vardıklarında çocuklar ve aileler için mektep telaşı başlamaktaydı. İstanbul’da çocukların rahat bir şekilde ulaşabilecekleri yaygın bir mektep ağı bulunuyordu. Mektepler; kimi zaman iki katlı bir yapıda mahalle başında iken kimi zaman da cami mektep oluveriyordu. Mekteplerde, buraya devam eden fakir çocuklara günlük sıcak yemek veriliyor, bayramlarda ise onları mutlu edecek elbiseler hediye ediliyordu.[10]

Mektebe başlama merasimleri “âmin alayı” ve “bed-i besmele” isimleriyle bilinirdi. Bu isimlerin birincisi, merasim sırasında okunan coşkulu ilahi ve dualara “âmin!” denmesinden ikincisi ise muallimin mektebe başlayan çocuğa elifba cüzünün ilk harflerini okutmasından ileri gelmekteydi.[11]

Mekteplerin ortak bir ders programları yoktu. Ancak tüm mektepler, çocukların Kur’ân’ı Kerim’i, temel fıkıh bilgilerini, namaz kılmayı ve Peygamberimizin hayatını öğrenmelerini sağlamaya çalışıyordu.

Kız çocuklar da erkek çocukların devam ettikleri mekteplere devam edebiliyorlardı. Ancak sıra çeşitli sanat ve hünerleri öğrenmeye geldiğinde farklılaşma kendini göstermekteydi. Çocukların eğitimi ve yetiştirilmesiyle ilgilenenler, erkek çocukların bir meslek sahibi olması üzerinde ısrarla duruyorlardı.

Kız çocukları ise temel dinî bilgilerden sonra, hayâ ve iffetle birlikte, ev içi hizmetlerle ilgili şeyleri öğrenmeli, ergenlik çağına geldiklerinde de münasip biriyle evlendirilmeliydi.[12]

Osmanlı Toplumunda Çocuk Olmak

Osmanlılar, insanın çocukluk dönemini oyunla tanımlıyorlardı. İstanbullu çocuklar sokaklarda oynuyor, Eyüp semtinde toplanan oyuncakçıların ürettiği oyuncaklarla vakit geçiriyorlardı. Oyuncakçılar, dükkânlarını göz alıcı bir şekilde süsleyerek çocukların ilgisini çekmeye çalışıyordu.

Özellikle Ramazan ayını çocuklar sabırsızlıkla beklerdi. Bir taraftan büyüklerinden hikâye ve masallar dinleyerek sözlü kültürün aktarıcısı oluyorlar diğer taraftan mevsime bağlı olarak türlü türlü oyunlar oynarlar ve muziplikler yaparlardı.

A. Ubicini:

“Çocuklarını bundan daha fazla sevgi, özen ve şefkat içinde yaşatan bir memleket bilmiyorum. İşin garibi, bütün bu şefkatle ihtimamın annelerden çok babalarda derinleşmiş olmasıdır. Cuma günleri (Cuma Osmanlı’da tatil günüdür) veya bir bayram günü, Osmanlı Türkü’nün, çocuğunu elinden tutup sokakta gezdirmesi, adımlarını çocuğun adımlarına göre ayarlaması, çocuğun yorulduğunu görünce omzuna alması veya bir aralık dinlendiği kahve peykesinde yanına oturtup en derin şefkatle konuşarak çocuğun bütün hareketlerini dikkatle takip etmesi görülecek şeydir.” İfadeleriyle çocuklara verilen değeri gözler önüne sermiştir.

Genel olarak Osmanlı’da çocuk olmak, her anlamda dolu dolu bir dönem geçirmektir. Şefkat ve sevginin hâkim olduğu bu dönem çocuklar, aileleri ile mutlu mesut bir hayat sürmüşlerdir.


[10] Süleymaniye Vakfiyesi, haz. Kemâl Edîb Kürkçüoğlu, Ankara 1962, s. 42-43; Osman Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, İstanbul 1977, c. 1-2, s. 87-88.

[11] Musahipzade Celâl, Eski İstanbul Yaşayışı, İstanbul 1946, s. 29-31.

[12] Tezcan, Osmanlı Sarayının Çocukları, s. 191-209.


KAYNAKÇA

·         M. Âkif Aydın, “Çocuk”, DİA, VIII, 361-363.

·         Yahya Araz, Osmanlı İstanbul’unda Çocuk Olmak.

·         Şinâsi, Durûb-ı Emsâl-i Osmâniyye, haz. Ebüzziyâ Mehmed Tevfik, İstanbul 1302.

·         Hülya Tezcan, Osmanlı Sarayının Çocukları, İstanbul 2006, s. 82; Hızır İlyas, Tarih-i Enderun: Letaif-i Enderun, haz. Cahit Kayra, İstanbul 1987, s. 62.

·         Sufizâde Hasan Hulûsi, Mecmâu’l-âdâb, İstanbul 1307, s. 121-122.

·         Eşref b. Muhammed, Hazâ’inü’s-sa‘âdât 1460 (H. 864), haz. Bedi N. Şehsuvaroğlu, Ankara 1961, s. 11-13.

·         Stephan Gerlach, Türkiye Günlüğü 1577-1578, çev. Türkis Noyan, İstanbul 2007, c. 2, s. 679-680.

·         Ömer Demirel, Adnan Gürbüz, Muhittin Tuş, “Osmanlılarda Ailenin Demografik Yapısı”, Sosyo-Kültürel Değişim Sürecinde Türk Ailesi, Ankara 1992, c. 1, s. 105-106.

·         Süleymaniye Vakfiyesi, haz. Kemâl Edîb Kürkçüoğlu, Ankara 1962, s. 42-43; Osman Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, İstanbul 1977, c. 1-2.

·         Musahipzade Celâl, Eski İstanbul Yaşayışı, İstanbul 1946.

·         Tezcan, Osmanlı Sarayının Çocukları, s. 191-209.


Yazan: Cihangir Hakpaye                              İstanbul

*Her hakkı mahfuzdur.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DÜELLO

"-et"

Berceste Kitaplar